ACÂİB-İ SEB'A-İ ÂLEM |
Dünyanın yedi tane şaşılacak, acaib şeyi. (Çin seddi bunlardan biridir.) |
|
ADL-PENAH |
Adâletin barındığı yer, adâlete sığınan kimse. |
|
AK ALEM |
Osmanlılarda saltanat sancağı. |
|
AKTÂR-I ÂLEM |
Her taraf. Alemin dört bucağı. Alemin her yeri. |
|
ALEM |
Bayrak. * Nişan, işâret. * Özel isim. * Mc:Yüksek dağ. * Büyük âlim. * Üst dudakta olan yarık. |
|
ÂLEM |
Bütün cihan. Kâinat. * Dünya. * Her şey. * Cemaat. * Halk. * Cemiyet. Dehr. * Hususi hal ve keyfiyet. * Bir
güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire. (Cenab-ı Haktan gayrı
mahlukata Âlem denmesi, mucidi olan Zât-ı Ecelle ve A'lâ Hazretlerini bilmeğe delâlette vesile olduğuna
mebnidir. L.R.)(Semâvatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins
mahlukat, birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir.( $) tâbiri ise, "Doğrudan doğruya, her
âlem, Cenâb-ı Hakkın rububiyyeti ile idâre ve terbiye ve tedbir edilir" demektir. M.) |
|
ÂLEM-EFRUZ |
f. Âlemi parlatan, bütün âleme ışık saçan. |
|
ÂLEM-İ ASGAR |
Daha küçük âlem. En küçük âlem. * İnsan. (Nasıl ki insanın anasırları, Kâinatın unsurlarından; ve kemikleri;
taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından, ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden,
kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz'ın çeşmelerinden ve mâdeni sularından haber
veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu, âlem-i ervahtan; ve hafızaları,
levh-i mahfuzdan; ve kuvve-i hayaliyeleri, âlem-i misalden.. ve hakeza.. her bir cihazı bir âlemden haber
veriyorlar. Ve onların vücudlarına kat'i şehadet ederler. L.) |
|
ÂLEM-İ BERZAH |
Berzah âlemi. Kabir âlemi. (Bak: Kabr)(Âlem-i ziyâ, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehriba, âlem-i elektrik,
âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu
âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz, müsâdemesiz küçük bir yerde içtimâ ederler. M.N.)(Nass-ı Kur'anla, şühedânın,
ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda
ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz
bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar... Yalnız kendilerinin daha iyi
bir âleme gittiklerini biliyorlar... Kemâl-i saâdetle mütelezziz oluyorlar.. Ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar.
Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet,
şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki, iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada
olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri
rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Âlem-i Berzahtaki emvât ve
şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öye farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı
hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'îdir. Hatta Seyyidüşşüheda olan Hazret-i
Hamza (R.A.), mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevi işlerini görmesi
ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. M.) |
|
ÂLEM-İ CEBERUT |
Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu,
âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i
umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır). |
|
ÂLEM-İ EKBER |
En büyük âlem. Kâinat.(Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misâl-i musağğarı olan âlem-i
asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delâilini gösteriyorlar. Evet, kâinattaki
san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübrâdaki san'at, Sâni-i
Vâhid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebini san'at dahi, yine O Sâni'a işaret
eder, vahdetini gösterir. M.) |
|
ÂLEM-İ EMİR |
Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.(Ruha bir derece müşabih
ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız
vücud-u hissi olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki:
Eğer o kanun-u emri, vücud-u harici giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir.
Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ:
Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı zerre gibi bir çekirdeğinde
ölmiyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emri kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır.
Elbette ruh-u insani, değil yalnız bekâ ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi
Kur'anın nassıyla $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki;
kudret-i ezeliyye, ona vücud-u harici giydirmiş. Demek, nasıl ki, sıfat-ı irâdeden ve âlem-i emirden gelen
şuursuz kavanin daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin
tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekâya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki zivücuttur,
hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha ulvidir. Çünki zişuurdur. Hem onlardan daha daimidir, daha
kıymettardır. Çünki zihayattır. S.)(Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan bir çoklukta
tasarruf eden bir zatın, o çokluğun herbirisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lâzım değildir. Evet asker
neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o
kumandanlık vazifeleri ve işleri, neferata havale edilirse, her bir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya
herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki
tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzat mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi. M.N.) |
|
ÂLEM-İ ERVAH |
Ruhlar âlemi. Ruhların ve ruhanîlerin bulunduğu âlem. (Bak: Ruhaniyat) |
|
ÂLEM-İ ESBAB |
Sebepler âlemi. Her şeyin bir sebebe dayanarak olduğu âlem. Bu dünya. |
|
ÂLEM-İ FÂNİ |
Gelip geçici âlem, dünya. |
|
ÂLEM-İ GAYB |
Zâhir duygularımızla bilinemeyen ve ervah ve meleklere, cinlere mahsus olan âlem. Mâzi ve müstakbeldeki
mahlukatın mânevi hayatlarının âlemi.(Her şeyin bâtını zâhirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel,
daha müzeyyen olduğu gibi; hayatça daha kavi, şuurca daha tamdır. Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemâl
vesaire ancak bâtından zâhire süzülen zaif bir tereşşuhdur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı
dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimâl yoktur. Evet karnın "miden", evinden; cildin, gömleğinden; ve
kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binâenaleyh, âlem-i
melekut, âlem-i şehâdetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir. Maalesef nefs-i
emmare, hevâ-i nefs ile baktığı için zâhiri hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi meyyit ve zulmetli ve vahşetli
zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor. M.N.) |
|
ÂLEM-İ HÂB |
Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır. |
|
ÂLEM-İ İSLÂM |
İslâm dünyası. İslâm milletleri. (Ey âlem-i İslâm, uyan! Kur'ana sarıl! İslâmiyete maddi ve manevi bütün
varlığınla müteveccih ol! Ve ey Kur'ana bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin
yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ana yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu
anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i manevîsi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeğe çalış. Lisanın,
Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin; lisan-ı hâlin ile de
Kur'anı oku. O zaman sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun! Ey asırlardan
beri Kur'anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan
ecdadın evlâdı ve torunları! Uyanınız, âlem-i İslâmın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyyen akıl kârı
değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş kardeş olmak için Kur'anın ve İmanın nuruyla
münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakiki medeniyet-i insaniye ve terakki olan
medeniyet-i İslâmiyyeye sarılmak ve onu, hâl ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır. T.H.) |
|
ÂLEM-İ KEVN |
Varlık âlemi. Kâinat. |
|
ÂLEM-İ KEVN Ü FESAD |
Cismani âlem. Bir taraftan vücuda gelip, diğer taraftan da harab olan fâni âlem. |
|
|