Osmanlıca » Türkçe  |
Yukarı  |
ZAHİR |
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış
yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette. |
|
|
ZAHİR |
Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan. |
|
ZAHİR |
Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan. |
|
ZAHİR |
Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki. |
|
ZAHİR |
(Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet. |
|
|
Osmanlıca » Türkçe İlişkili Sonuçlar |
Yukarı  |
LAFZ-I ZÂHİR |
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı
anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir. |
|
ŞEREF-ZAHİR |
f. Şerefle çıkan. |
|
ULEMA-İ ZÂHİR |
Kur'an-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hakikatları değerlendiren âlimler. Şeriatın mâna ve esrarından daha
çok, zâhirini ve hükümlerini bilen âlimler. |
|
ZÂHİR-PEREST |
f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren.
İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen. |
|
|
|