| bir |
- {A} single, some
- {N} single
- {NUM} one
- {PREF} mono-, uni-
- {PRON} un
|
|
|
|
| bir |
1. one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias.
2. a, an; a certain, a particular: Bursa´da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday´s party I saw a certain woman; you know who I mean.
3. the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same.
4. united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We´re of one mind on this subject.
5. shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom.
6. only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this.
7. used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
8. used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy´de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don´t seem quite yourself today.
bir ağızdan in unison, with one voice.
bir alan pişman, bir almayan. colloq. It´s the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use.
bir alay a great quantity, a large number.
bir âlem something else, really something, a wonder, amazing: Orası bir âlem! That´s one amazing place! Cüneyt başlı başına bir âlem! Cüneyt is a wonder in his own right!
bir an at one point: Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu. At one point she looked like she was going to say something.
bir an evvel/önce as soon as possible.
bir ara/aralık
1. at one point, for a while, for a short period.
2. when one has a free moment, when one has a chance: Bir ara bana uğrayıver. Drop by when you have a free moment.
bir araba
1. a wagonload of; a truckload of.
2. colloq. a lot of, a slew of.
bir arada together.
bir araya gelmek
1. (for people) to come together (in the same place and at the same time).
2. (for events) to happen at the same time, coincide.
bir araya getirmek /ı/ to bring (people, things) together (in the same place and at the same time).
bir aşağı bir yukarı (to come and go) aimlessly.
bir atımlık barutu kalmak/olmak to be almost at the end of one´s resources, be almost at the end of one´s rope; to have played almost all of one´s cards; to have very little energy left.
bir avuç
1. a handful (of).
2. a handful (of), a very small number or amount (of).
bir ayağı çukurda olmak to have one foot in the grave.
bir ayak evvel/önce immediately, at once.
bir ayak üstünde bin yalan söylemek
1. to tell a whole pack of lies at one go.
2. to be a big liar.
bir bakıma in one way, in one respect.
bir baltaya sap olmak to have a job, be employed.
bir bardak suda fırtına koparmak to raise a tempest in a teapot.
bir başına all alone, all by oneself.
bir baştan/uçtan bir başa/uca (traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end.
bir ben, bir de Allah bilir. colloq. Only God knows what I´ve gone through.
bire beş vermek to yield five times the seed, yield fivefold.
bire bin katmak to exaggerate, make much of a trifle.
bir bir one by one.
bir boy
1. once.
2. used as an emphatic: Bir boy gidelim, görelim. Let´s just go and see!
bir boyda of the same height.
bir bu eksikti. colloq. Nothing but this was lacking!/This was all that was needed! (said sarcastically).
bir cihetten in one way, in a way.
bir çatı altında under the same roof, in the same building.
bir çırpıda at one stretch, without interruption, at once.
bir çift söz
1. a little advice, a piece of advice: Sana bir çift sözüm var. I have a piece of advice for you.
2. a brief exchange of conversation: Öyle meşguldüm ki kendisiyle bir çift söz bile edemedim. I was so busy that I couldn´t have even a brief conversation with her.
bir çuval inciri berbat etmek to foul things up but good; to put one´s foot in it.
bir daha once more, again: Bunu bir daha yapalım. Let´s do this once more. Bir daha oraya asla gitmem. I won´t ever go there again.
bir daha yüzüne bakmamak /ın/ not to have anything to do with (someone) anymore, never to speak to (someone) again.
bir dalda durmamak to be fickle, change constantly.
bir damla
1. very little.
2. very small (child).
bir de
1. as well as, and also, and: Macit, Sacit, bir de Hami takıma alındı. Macit and Sacit and also Hami have made the team.
2. in addition, moreover, also, as well, furthermore, besides that: Bir de özür dilemelisin. You also ought to apologize. Bir de tıraş olmamışsın! Moreover you haven´t shaved!
bir de ne göreyim? And what did I see?/And what should I see? (used to express one´s surprise): Bir de ne göreyim? Karım kasadan para alıp bir torbaya koyuyordu! And what did I see? My wife was taking money from the safe and putting it into a bag!
bir dediği bir dediğini tutmamak to contradict oneself.
bir dediğini iki etmemek/ın/ to do everything (another person) asks for, fulfill every wish (of).
bir defa
1. once, one time: Onu ancak bir defa gördüm. I only saw her once.
2. for one thing: Onu alma; bir defa çirkin, ayrıca pahalı. Don´t buy it. For one thing it´s ugly; for another it´s expensive.
3. used to emphasize a sentence which follows: Bir defa kendisiyle görüş, sonra konuşalım. Just see him and then we´ll talk.
4. used at the conclusion of a sentence which describes a fait accompli: Bunu bozduk bir defa, artık iflah olmaz. We´ve broken this and it´s now beyond repair.
bir defada at one go, at one whack, in one go, in one whack.
bir defalık
1. enough (of something) for one use: Sadece bir defalık kahvemiz kaldı. We´ve only enough coffee for one brewing.
2. (something) which can be used only once: Bu izin bir defalık. You can only take this leave once.
bir derece to a certain degree.
bir dereceli seçim direct election.
bir deri bir kemik very thin, just skin and bones.
bir dikili ağacı olmamak not to own land or a house.
bir dikişte içmek /ı/ to drink in one draft.
bir dirhem a very little; a thimbleful of; a smidgen of.
bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek to work hard and get little.
bir dirhem et bin ayıp örter. proverb A little fat improves a person´s looks.
bir dokun bin ah işit/dinle kâse-i fağfurdan. Sometimes it only takes one word to get somebody to start pouring out his/her troubles.
bir dolu a lot of.
bir don bir gömlek
1. half-naked, in a half-naked state.
2. (left) with practically nothing but the shirt on one´s back.
bir dostluk kaldı! I have just enough left for one last customer (salesman´s spiel).
bir dudağı yerde, bir dudağı gökte terrifyingly ugly.
bir düşünce almak /ı/ to get worried.
bir düziye continuously, incessantly.
bir el one shot (of gunfire).
bir elini bırakıp ötekini öpmek /ın/ to make an excessive show of respect to; to lay it on thick.
bir elden idare edilmek to be under one administration.
bir elin nesi var, iki elin sesi var. proverb It takes more than one person.
bir elin sesi çıkmaz. proverb It takes more than one person.
bir elle verdiğini öbür elle almak to give something with one hand and take it back with the other.
bir eli yağda, bir eli balda olmak
1. to want for nothing, be living in clover, be materially well -off.
2. to have very good resources at one´s disposal.
bir elmanın yarısı o, yarısı bu. colloq. They are as like as two peas in a pod.
biri eşikte, biri beşikte. They´re still quite small (said of someone´s children).
bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır. proverb One should remember even small kindnesses.
bir gelmek to come out even.
bir getirmek /ı/ to bring out even.
bir gömlek aşağı olmak /dan/ not to be far behind, be only a little behind (someone) (in something).
bir gömlek üstün olmak /dan/ not to be far ahead of, be only a little ahead of (someone) (in something).
bir görmek /ı/ to regard as equal, not to discriminate.
bir gün one day; some day.
bir güzel thoroughly: Kendisini bir güzel dövdüm. I gave him a good beating.
bir hal olmak
1. to be fed up to the back teeth.
2. /a/ to begin to behave strangely, start to act funny: Ona bir hal oldu. He´s started acting funny.
3. /a/ for something to happen to (someone), die: Bana bir hal olursa hayvanlarıma bakar mısın? If something happens to me, will you look after my animals?
bir hayli very; a lot.
bir hoş olmak
1. to act strange, not to be oneself.
2. to be dumbfounded.
bir içim su a very pretty woman, a beauty, a knockout.
bir iki one or two, very few.
bir iki derken then all of a sudden; suddenly.
bir kafada of the same opinion.
bir kalemde in one go.
bir kapıya çıkmak to come to the same thing.
bir kararda/bir karar üzerine unvaryingly, in the same state.
bir karış very short; very few.
bir kaşık suda boğmak /ı/ to be ready to kill on the slightest pretext.
bir kat daha twice as much; still more.
bir kazanda kaynamak to get along well.
bir kere see bir defa.
bir kerecik just once.
bir kez once, one time.
bir kıyamettir gitti. colloq. There was a terrific uproar.
bir koltuğa iki karpuz sığmaz. proverb You can´t do two things at once.
bir koşu at one stretch, quickly.
bir köroğlu, bir ayvaz just husband and wife living together.
bir köşeye atmak /ı/ to save (something) for a rainy day.
bir kulağından girip öbüründen çıkmak to go in one ear and out the other.
bir lokma, bir hırka
1. very little (in the way of worldly goods): Bir lokma, bir hırkaya razıyım. I´m content with very little.
2. (living) on very little: Bir lokma, bir hırka geçinip gidiyoruz. We get by on very little.
bir miktar a little, some.
bir misli artmak to double.
bir nebze a little bit.
bir nefeste all at one time, without stopping.
bir nefeslik canı kalmış. colloq. He looks wretched./He is worn out.
bir nice a good many.
bir numaralı number-one; most important, foremost; best, ace.
bir o kadar the same amount.
bir olmak to join forces, unite.
bir o yana, bir bu yana first one way and then another.
bir örnek
1. alike, the same.
2. alike, in the same way.
bir paralık etmek /ı/ to disgrace.
bir parça
1. a little, a bit; a moment.
2. one piece of (something).
bir pul etmemek to be worthless.
bir sıçrarsın , iki sıçrarsın , üçüncüde ele geçersin çekirge. proverb You can´t always trust to luck.
bir sıkımlık canı olmak to be very frail.
bir solukta
1. at one go, in one go; in one bound, at a bound.
2. very quickly, very fast.
bir su yıkamak /ı/ to give (clothes, etc.) one washing.
bir sürü a whole lot of, a great many.
bir şey something.
bir şeye benzememek (for something) not to amount to very much, not to be good.
bir şey değil. Don´t mention it./You´re welcome.
bir şey olmak /a/ for something to happen to (someone), die.
bir şeyler olmak /a/
1. to begin to act differently, begin to change one´s tune.
2. to feel faint, feel as if one is going to faint.
3. to feel funny, not to feel quite right.
bir şey sanmak /ı/ to think highly of, regard (someone, something) with respect (only to be disappointed later).
bir şeye yaramaz good for nothing.
bir tahtası eksik colloq. (someone) whose mind is not quite right, who has a screw loose, who´s not all there.
bir tane
1. greatly cherished friend, bosom friend, best friend.
2. greatly cherished animal or thing.
bir tanem my love, my beloved (used as a term of endearment.)
bir tarafa bırakmak/koymak /ı/ to leave (a topic) (for the time being).
bir taşla iki kuş vurmak to kill two birds with one stone.
bir tek
1. only: Fatma, Ayşe´nin bir tek kızı. Fatma is Ayşe´s only daughter.
2. only one: Bir tek kopyam kaldı. I´ve only one copy left.
bir tek atmak colloq. to have a shot of (an alcoholic drink); to have a shot apiece (of an alcoholic drink): Buranın rakısı güzel; bir tek atalım. This place has good raki; let´s have a shot apiece.
bir temiz colloq. thoroughly, good and proper.
bir torba kemik colloq. (a) bag of bones.
bir tuhaf strange, funny, not right: Sen bugün bir tuhafsın. You´re not yourself today. Bu çalının yaprakları bir tuhaf. There´s something wrong with this bush´s leaves.
bir tutmak/saymak /ı/ to regard (people, animals) as equal, not to discriminate between (people, animals).
bir türlü
1. somehow, in one way or another.
2. (with a negative verb) not at all, definitely not.
3. (after a conditional clause) just as bad: Gitsem bir türlü, gitmesem bir türlü. It´s bad whether I go or not.
bir vakit/vakitler at one time.
bir varmış, bir yokmuş .... (at the beginning of a fairy tale) Once upon a time ....
bir varmış, bir yokmuş.
1. Life´s but a walking shadow. (Shakespeare) (said of someone whose death was unexpected).
2. Nothing´s permanent in this world (said when something has been irretrievably lost or destroyed).
bir yana apart from, other than: Münif Paşa bir yana, kimse bu ayvayı benim kadar takdir edemez. No one apart from Münif Pasha can appreciate this quince as much as I do.
bir yana bırakmak /ı/ to leave (a topic of conversation).
bir yandan/yanda ... bir yandan/yanda on the one hand ... and on the other hand ...; both ... and ...: Bir yandan hekim olmaktan bahsediyorsun, bir yandan ressam olmak istediğini söylüyorsun. On the one hand you´re talking about being a doctor; on the other you´re saying you want to be a painter.
bir yandan/yanda da also, at the same time: Mektup yazarken bir yandan da müzik dinliyordu. While writing letters she was also listening to music.
bir yana dünya bir yana I wouldn´t part with or trade (him/her/it) for the world: O yenidünya bir yana, dünya bir yana. I wouldn´t trade that loquat for the world.
bir yastığa baş koymak to be husband and wife.
bir yastıkta kocamak (for husband and wife) to have a long life together.
bir yaşıma daha girdim. colloq. I am very much surprised; we live and learn.
bir yere getirmek /ı/ to gather (people, things) together in one place.
bir yığın a great many, a whole heap of.
bir yiyip bin şükretmek to be very thankful.
bir yol see bir defa.
bir yolunu bulmak /ın/ to find a way to do (something).
bir yola çıkmak to come to the same thing.
bir yol tutturmak to pursue one´s course of life.
bir zaman/zamanlar at one time. |
|
| bir |
* one (as a number).
* a, an; a certain, a particular.
* the same:
Amaçlarımız bir.
Our goals are the same.
* united; of one mind, of the same opinion:
Bu konuda biriz.
We're of one mind on this subject.
* shared, used in common.
* only:
Bir o bunu yapabilir.
Only she can do this.
* [used as an emphatic:]
Bir dene!
Just try it!
* [used to add a note of vagueness:]
Sen bugün bir tuhafsın.
You don't seem quite yourself today. |
|
| bir |
a |
|
| bir |
an |
|
|
Ayarlar
Türkçe » İngilizce 
İngilizce Türkçe Çeviri